Self Olmadan Self-Care Olur Mu?

Self-care evrenindeki kayıp “ben” arayışımdan bildiriyorum.

19 Haziran 2022

İtiraf edeyim: Self-care kelimesinden hoşlanmıyorum. O kadar ki, uzun bir süredir kendimi özsevgimi sorgularken buluyorum. Açıkçası hoşuma gitmeyen self-care eylemi değil, bu kelimeyi düşündüğümde ilk aklıma gelen ve bu dünyaya ait olmadığımı hissettiren o imaj. Ben, havlusu başında, kil maskesi yüzünde, elinde yeşil sebze suyu olan o Instagram kişisi ve global self-care ikonundan çok uzaktayım. Minimal sayılabilecek gündelik cilt bakımım yalnızca kendimi iyi hissetmek için değil, cildimin sağlığı için yaptığım bir “zorunlu ve keyfi olmayan” bir rutin. Peki, eğer sosyal medyanın sevdiği cilt bakım ürünleri, çimlerden daha yeşil smoothie’ler ve baş ağrıtan sıkıca toplanmış havlu ile evde vakit geçirme fikri bana kendimi iyi hissettirmiyorsa, ben self-care evreninden dışlanmış mı sayılıyorum?

Yanlış anlaşılma olmasın, tabiri sevmesem de, kendim için yaptığım eylemler hayatımın önemli birer parçası. Elbette benim de herkes gibi kendimi iyi hissetmek için uyguladığım rutinlerim var; pazar günü yataktan çıkmamak ve hiçbir şey yapmamak, kalabalık bir arkadaş buluşması sonrası kendimi bir süre dış dünyadan izole etmek ve paylaşmaktan biraz utansam da Türkçe pop guilty pleasure playlist’imle ev temizlemek… Bunlar bana kendimi harika hissettiren ama tanımın dışında kaldığını düşündüğüm aktiviteler olduğundan, genellikle self-care’e ihanet etmiş gibi hissedebiliyorum; kelimeye isyanım tam da bu yüzden… Ancak kelimenin içinde self, yani ben varsa, kalıplaşmış self-care aktiviteleri yerine herkesin tanımı kendine özel olmamalı mı? Self-care’deki ben, kendi kendimize aldığımız keyfi bile sosyal medyada paylaşılabilir bir forma soktuğumuz son yıllarda biraz kayıp mı oldu? Bu sorunun cevabını ararken self-care kelimesinin tarihinde küçük bir tura çıktım.

Self-care, 2020’lerin internet kültüründe patlamış olsa da kökeni antik çağlara dayanıyor. Turun ilk durağında; antik kültürlerde yer alan ritüeller yoga ve meditasyon var. Self-care’in en eski araçlarından yoga, meditasyon, masaj gibi ritüeller, hepimizin bugün de bildiği ve faydalandığı üzere iyi olma halini optimize ederek, beden, zihin ve ruha iyi gelmeyi amaçlıyor. Antik Yunanca’da “kendine özen göster” anlamına gelen epimeleia heautou nosyonunda da self-care olgusunun izlerini bulmak mümkün. Self-care’in bilinen ilk influencer’ı Sokrates’e göre, insanın kendine özen göstermesi her ne kadar bencillikle suçlanma potansiyeli taşısa da, bireyin diğerleriyle kurduğu bağı güçlendiriyor.

Postmodern düşünür Michel Foucault, Sokrates’in self-care tanımını günümüz dünyasına varolma sanatı (art de vivre) olarak uyarlıyor. Foucault’nun varoluş sanatının amacı bireyin benliğinin sorumluluğunu alabilmesi ve hayatı estetize edebilmesinde… Felsefesinin temelinde yer alan ‘the care of self’i (Fransızcası le souci de soi), Antik Yunan ve Roma felsefesinden farklı olarak, bireyin kendi bakımına ve iyi olma haline giden yolda, kendini tanımasının öneminden bahsediyor.

Günümüze geri gelelim. Kelimenin popüler izdüşümüne bakınca, self-care’deki ben nerede? Şahsen, felsefenin yıllardır uğraştığı bu kavramın temelinde yatan kendinle başbaşa kalma, kendini şımartma ve varoluşunu kutlama halinin yerini hızlı değişen ve evrilen güzellik ve iyi yaşam trendlerinin aldığını görüyorum. Self-care anlarını ise bakım ürünleri olmadan düşünmek imkansıza yakın. Peki nasıl bir ürün veya aktivite ben’in önüne geçebilir? Daha da önemlisi oldukça kişisel olması beklenen bana iyi gelenler listesi, herkeste nasıl bu kadar ortak sonuçlara çıkabilir?

Şimdi arkanıza yaslanın, sizi gerçekten mutlu eden şeyleri düşünün ve sıradaki self-care anınızı onlara adayın. Bunlar günümüzün “self-care” ritüellerine uymayan, hatta modern sosyal medya kalıpları tarafından veto alabilecek şeyler de olsa. Ben de kendi dünyamda ne anlama geldiğini bulduğuma göre, artık bu kelime ile barışma ve nevi şahsına münhasır ritüellerimin self care olabileceğini utanmadan kabul etme vaktim geldi.